Yoksa Hazan ve Sinan'ı geç bulup çabuk mu kaybettim?
Işınla Bizi Scotty
11.11.2017
Fazilet Hanım ve Kızları
Fazilet Hanım ve Kızları'nı geç keşfedenlerdenim. Aşırı gürültülü ve dramatik fragmanları beni cezbetmemişti bir türlü. Sonra sosyal medyada sıkça videolarına rastlamaya başladım. Yavaş yavaş ilgim uyandı ve kendimi ilk bölümden başlayarak hızla, peş peşe izler buldum. Hikayenin merkezindeki karakterin, Fazilet'in aç gözlülüğü ve gözü karalığının özgün bir konu olmasının yanı sıra diğer karakterlerin tümünün çok ince, derin, detaylı ve gerçekçi işleniyor oluşu ilgimi çeken konuların başında geldi. Göze fazla sokulmayan, zarif ve zevkli bir mizahın oluşu da önemli bir artıydı benim için. Ama beni bu diziye en çok bağlayan Hazan ve Sinan'ın ilişkisi ve bu iki karakter oldu. Biri sert, bakımsız, kaba-saba bir kız; diğeri aklı bir karış havada serseri, çapkın bir zengin aile çocuğu gibi bilindik iki karikatür olabilecekken; hem yazılışlarındaki detaylılık ve özgünlük hem de bu karakterleri canlandıran iki oyuncu, Deniz Baysal ve Alp Navruz'un derin, katmanlı ve inandırıcı performanslarıyla sıra dışı, merak uyandırıcı ve sıcak olmayı başarabilmiş Hazan ve Sinan.
Tesadüfler, oyunlar ve (zamanla büyük bir pişmanlık ve sırra dönüşecek olan) yalanla başlayan bu hikaye her ne kadar sıcak ve samimi ilerliyorduysa da, daha ilk bölümden bir aşk üçgeninin gölgesini de hep hissettirdi. İlk bölümdeki şımarık ve sorumsuz Sinan'ın oyunuyla bir araya gelen ağabey Yağız ve Hazan'ın arasında gelişen nefret de bize aşka evrilecek bir ilişkiyi vaat ediyordu en başından.
Çok bilinen ve işlenen Sabrina hikayesinin de (ülkemizdeki en ses getiren uyarlaması Bir İstanbul Masalı olmalı) düşündüreceği gibi, esas kızımız önce kolay olana; herkesin gözünün üzerinde olduğu, yakışıklı, çapkın küçük kardeşe gönlünü kaptıracak ama zamanla onu tanıdıkça yüzeysel, değersiz biri olduğunu anlayarak ilgisini kaybedecek ve bu arada aşka kapısı kapalı, soğuk görünümlü sessiz ağabeye yavaşça ve derin derin aşık olacak. Bu hikayede de en başta planlanan belki buydu ama Hazan ve Sinan'nın aşkı bu kalıpları kırdı. Ne Sinan öyle yüzeysel bir karakterdi ne de ikisinin aşkı anlamsız ve değersiz. Sinan, Hazan'ı tanıdıkça onun karakterine, bağımsızlığına, gücüne ve samimiyetine aşık oldu örneğin. Kendisi de bu arada büyük bir dönüşüm geçirdi, olgunlaştı; kendisinden başka birine gerçekten değer vermeyi öğrendi. Hazan da kalıplarını kırdı. Bütün korkularına ve önyargılarına rağmen kalbini Sinan'a açabildi.
Bu aşkın şu anda vardığı nokta ise karanlık. Dizinin içinde işlenen, Fazilet'in yükselme çabası, küçük kızı Ece'yi bu uğurda kullanırken onu hırpalaması, zayıf bir karakter olan Ece'nin ve ona yardım etmek isteyen Hazım'ın sıkışıp kaldığı çaresizlikler, evin büyük oğlu Gökhan'ın kifayetsiz muhterisliği ve duygusal zayıflığı gibi diğer konular başarıyla işlenmeye devam etse de Sinan-Hazan-Yağız arasında yaşanan aşk üçgeninin işlenişinde bir kontrolsüzlük meydana gelmeye başladı zamanla ve hikaye bir anlamda çıkmaza girdi.
İki kardeşin dizi içindeki ağırlığı, seyirciye mesafeleri baştan beri eşit. Hatta evlat edinilmiş çocuk sırrı bile ikisi üzerinden eşit olarak yürütülüyor. Bu bakımdan izlerken içten içe emin olduğumuz bir "esas aşk - esas çift" yok. Her iki kardeşin Hazan'a aşkı da aynı derinlikte, aynı mesafede işleniyor. Bu da hikayeyi çıkmaza sokuyor. Şu an gelinen noktada bölümlerdir Sinan'ın şüphelerini, kıskançlıklarını ve Yağız'ın karşılıksız duygularını izliyoruz. Olduğumuz yerde dönüp duruyoruz adeta. Eğer bir noktada Yağız duygularına karşılık bulmaya başlarsa bunca bölümdür bütün gelişimini, derinleşmesini izlediğimiz Hazan-Sinan aşkı ne olacak? Öylece önemsiz bir anı olarak mı kalacak? Peki, Yağız duygularına karşılık bulamazsa, haftalarca Yağız ve Hazan'ın yakınlaşmasını, samimileşmesini izlememizden ne sonuç çıkacak? Bu hikaye de tırmandığı yerden gerisin geri aşağıya mı yuvarlanacak? Bu aşk üçgeni bu noktaya hiç varmadan seçim yapılmış ve yol belirlenmiş olmalıydı belki de. Artık ne yola girilirse girilsin, diğeri yarım ve eksik kalacak.
Bu kararsızlığa ve belirsizliğe benzer bir konu daha var: Yağız'ın mı Sinan'ın mı evlat edinilmiş olduğu. Aslında bu sorunun cevabı ilk bakışta fiziksel olarak Sinan. Ülkemiz dizilerinde görmeye alışık olmadığımız bir şekilde Egemen ailesi oyuncuları çok dikkatle seçilmiş. Ailenin tamamı Balkan kökenli gibi görünüyor; sarışın, renkli ya da ela gözlü, yumuşak hatlı. Bir tek Sinan koyu renk saçlara ve sert yüz hatlarına sahip. Karakter olarak da ailenin diğer fertlerinden daha sıcak kanlı, daha mütevazı biri. Bununla birlikte, hangisinin Kerime'nin oğlu olduğu gerçeği büyük bir sır olarak saklandığına göre, açıklandığında da en büyük şoku sağlaması amaçlanıyor olmalı. Bu şok da ancak "ailenin altın çocuğu", "Hazım Egemen'in en gözde varisi" Yağız'ın adının açıklanmasıyla sağlanabilir. Cevabın Yağız olduğunu düşündüren birkaç detay daha var. Hazım'ın Kerime'yle biraya geldiği ve gerçeği açıklamasından korktuğu sahnelerde, o tansiyonun içinde yer alan hep Yağız oldu. İlk bölümlerde hastane önünde karşılaşmaları ya da araba kazasından sonra yine Yağız'ın Hazım'ın peşinden Kerime'nin yattığı hastaneye gelişi gibi. Ayrıca Hazım çocuklarına bu kadar düşkün bir babayken Yağız'ı 12 yaşında, tek başına Amerika'ya göndermesi onu buradan uzak tutmak için baş vurduğu bir yol gibi görünüyor. Ama senaryomuz bu konuyu da çok sisli ve mesafeli işliyor ve bu seçimin de değişken olabileceğini düşündürüyor. Belki de şöyle bir yola gidilecek: İki kardeşten hangisi aşk hikayesinin esas adamı olarak kalacaksa, ağırlığın eşit dağılımı bakımından, diğeri aile sırrının dramını yaşayan taraf olacak. (Şahsen ben Sinan'ın çalkantılı ruh halini, deli dolu karakterini ve Alp Navruz'un oyunculuğunu bu dramın içinde izlemeyi isterim ama beni bu diziye bağlayan Hazan-Sinan aşkından vazgeçmek de gelmiyor içimden.)
Diziyi keşfettiğim ve yeni bölümlerine yetiştiğim son birkaç haftadır ne yazık ki ilk bölümlerde aldığım keyfi alamıyorum. Fazilet Hanım ve Kızları'nı bu kadar ilginç yapan karakterler özelliklerini yitirmeye başladılar. En acıklısı da Hazan'ın değişimi oldu. Kimseden çekinmeyen, hiç kimseyi kendisinden üstün ya da aşağı görmeyen, hayatta sadece kendisine güvenen, bağımsız, dürüst, cesur, samimi, örnek alınası Hazan'ı göremiyorum artık. Entrikadan en uzak karakterin en entrikacı karaktere dönüşmesini, beş saniyede tek ayak üstünde kırk yalan söyler hale gelmesini izlemek çok acıklı. Hazan'ın en ilginç yanlarından olan profesyonel bir spor hocası oluşu da unutuldu gitti adeta. Son bölüm yaşanan olay örneğin: Hazan bileğini burktu. Ona yardım etmek isteyen Yağız da bileğine buz uygulamasını ve ayağını yüksekte tutmasını önerdi. Profesyonel bir boks hocasına söyledi bunu! Hazan keşke, Sinan'ın getirdiği o çantadaki kıyafetleri giyse ve "özüne dönse" artık. Bu haliyle sıradan ve sıkıcı olmaktan öteye gidemiyor ne yazık ki.
Uzun soluklu diziler, zaman içinde, hikaye tıkanıklığından, reyting kaygısından, süre baskısından, sosyal medya baskısından dolayı çıkış noktasını, özgünlüğünü ve karakterlerini kaybetmeye başlayabiliyor. Fazilet Hanım ve Kızları'nda da yaşadığımız bu. Ben de artık her yeni bölümü ilk bölümlerde aldığım keyfin hatrına izliyorum ve bölümden sonra "Tamam bu sondu, haftaya izlemeyeceğim!" derken ertesi gün bir nezarethane sahnesi, bir "Basıldık mı ya?" sahnesi ya da bir "Sen varsın!" sahnesi izlerken buluyorum kendimi. Dilerim hâlâ umut vardır da "Fazilet Hanım ve Kızları"nı ve çok sevdiğim Hazan ve Sinan karakterlerini geç bulup çabuk kaybetmemişimdir.